Eğitim, idealde bireyin potansiyelini en üst düzeye çıkarmayı, yeteneklerini keşfetmesini sağlamayı amaçlayan bir süreç olmalıdır. Ancak, maalesef günümüzde eğitim, çocuklara kendilerini yetersiz, beceriksiz ve aptal hissettiren bir sistemin adı haline gelmiştir. Bu, sadece eğitim sistemimizin değil, aynı zamanda toplumun da ciddi bir sorunudur.
Eğitim sistemimiz, çoğu zaman belirli kalıplar içinde düşünmeyi, standartlaştırılmış testlerle başarıyı ölçmeyi ve öğrencileri belirli normlara uydurmayı hedefler. Bu sistemde, farklı öğrenme stillerine, ilgi alanlarına veya hızlara sahip çocuklar, çoğu zaman “yeterli” olarak kabul edilenin gerisinde kalır. Standartlaştırılmış sınavlar, bir çocuğun zekasını, yaratıcılığını veya problem çözme yeteneğini ölçmekten ziyade, belirli bir bilgi yığınına ne kadar hakim olduğunu değerlendirir. Bu durum, çocuğun gerçek potansiyelini yansıtmaktan çok uzaktır.
Bu yetersizlik hissinin çocuklar üzerinde yarattığı baskı, onların özgüvenini zedeler, öğrenmeye olan heveslerini kırar ve kendilerini değersiz hissetmelerine yol açar. “Başarısız” oldukları her sınav, her ödev ya da her ders, onların zihninde bir yetersizlik etiketi olarak kalır. Bu etiket, zamanla onların zihinlerinde kökleşir ve kendilerini gerçekten yetersiz, beceriksiz veya aptal hissetmeye başlarlar.
Oysa ki, eğitimde başarı, sadece yüksek notlar almakla ölçülmemelidir. Her çocuğun kendine özgü yetenekleri, ilgi alanları ve öğrenme yolları vardır. Eğitim sisteminin görevi, bu farklılıkları kucaklamak, her çocuğun kendi potansiyelini keşfetmesini ve geliştirmesini sağlamaktır. Bunun yerine, mevcut sistem çocukları kalıplara sokmaya çalışarak, onların benzersiz yeteneklerini görmezden gelmektedir.
Eğitim sisteminin bu şekilde devam etmesi, sadece bireysel anlamda değil, toplumsal anlamda da büyük kayıplara yol açar. Yaratıcılığın, eleştirel düşünmenin ve problem çözme becerilerinin gelişmediği bir toplum, yenilikçi fikirler üretmekte zorlanır. Geleceğin dünyasında başarılı olabilecek bireyler yetiştirmek istiyorsak, eğitimi sadece bir bilgi aktarım süreci olarak görmekten vazgeçmeliyiz.
Eğitim sisteminin amacı, çocukları yargılamak, etiketlemek veya sınıflandırmak değil; onların potansiyellerini keşfetmelerine yardımcı olmak olmalıdır. Bu, ancak çocukların farklılıklarını kabul eden, onların benzersiz yeteneklerini destekleyen ve onları öğrenme sürecinde özgür bırakacak bir yaklaşımla mümkündür. Eğitim, çocukların kendilerini yetersiz hissettiği değil, güçlendiği, geliştiği ve kendini değerli hissettiği bir süreç olmalıdır. Ancak bu şekilde, gerçekten nitelikli bireyler yetiştirebilir ve toplumsal anlamda bir ilerleme kaydedebiliriz.