ODTÜ’de 2007 yılında göreve başladım ve başladığımdan bu yana iki defa coşkulu kalabalığın ayakta duruşunu unutamıyorum. Elbette çok sayıda protesto görmüşümdür ama bu iki duruşu unutamam. Birincisi malum olaydır. Bir siyasinin bir polis ordusuyla (burada polisimizi suçlamak istemem, onlar verilen görevi yapar ve ev geçindirirler) öğrenciyi, hocaları karşı karşıya getiren durumu uzun süredir tartışıyoruz. Ardından meydana gelen toplu yürüyüş farklı düşünenlerin olduğunu görmek adına beni çok mutlu etmiştir. “Padişahım çok yaşa” diyenler beni hep korkutur ve sürekli övülen yöneticilerin aniden protesto ile karşılaşması şok edicidir. Bu soğuk duşu herkes olgunlukla karşılayamaz. Hele birde ikinci defa seçilmek için bazı üniversite rektörleri kınama mesajı gönderirse…
İkinci ayakta duruş ise sevgili hocam Prof. Dr. Oktay SİNANOĞLU’nun anfiye giriş anıdır. Hocamızın kitaplarını okuyanlar hocamızın ODTÜ’nün tarzına olan eleştirilerini bilirler. “Tarzanca eğitim” ifadesi bunların başında gelir. Ama yüzlerce insan dakikalarca ayakta karşıladı ve hocamız bu mutluluğu şükrederek karşıladı…O zaman neymiş? ODTÜ’lü her zaman eleştirmek için değil bazen kendisini eleştiren içinde ayakta durabiliyor. Siz zeki bir insanın her dediğinizi onaylamasını bekleyebilirsiniz ama o insan hem zeki hem de cesur ise işiniz zorlaşır. Oktay hoca bunu seçti, yazdı, çizdi, ilkeler koydu ve bu ilkelerin doğru olduğunu savundu…Bir bilim insanını sıradan bir insandan belki siyasetçiden ayıran en önemli özellikte budur; ilkeli olmak.
Siyasetçi oy peşindedir, nerede çoğunluk varsa onlar gibi davranmaya çalışır ama bu ilkesiz tavır kendi çöküşünü de hazırlar. Bilim insanı doğru bildiğini söyler. Bu doğrular kendisini üniversiteden atmaya kadar sürüklese birle. Dikkat edin prof olmak, rektör olmak demiyorum, bilim insanı olmak diyorum. Siz Einstein (Aynşıtayn) gibi farklı bakamıyorsanız ve doğrularınızı savunamıyorsanız prof, dekan, rektör olabilirsiniz ama bilim insanı olamazsınız.
ODTÜ’yü bence Türkiye’nin en büyük üniversitesi yapan şey farklı düşüncelerin kendini ifade edebilmesine verdiği önemdir. Öğrenciler, yürür, bildiri dağıtır, okuyan okur okumayan almaz, posterler asılır…Çinlisi, Rusu ve Türkü hep beraber kalır, üretir ve tartışır. Bu etkileşim ve özgürlük ortamı gelişimin itici gücüdür. Özgür olmayan ortamlar gelişime kapalıdır.
Siyasiler için ODTÜ’nün ayakta durması tehlikelidir. Hatırlayalım “Wall Street İşgal Altında” sloganıyla Amerikalılar çadır kurmuştu ve bu Amerika’nın ekonomik sıkıntılarının bir habercisiydi. Bizde benzer bir eylem Tekel işçileri tarafından yapıldı. ODTÜ’nün durumu 17 Kasım Yunanistan öğrenci ayaklanmalarına benzeyebilir. Öğrenci ayaklanmaları (gençlerin bir yerden bir yere hareketi) ya da işgaller (çaresizlerin durgun kalması) eğer yapay değilse, doğalsa baş ağrısı gibi, öncü dalgalar gibi kapıda bekleyen sorunun habercisidir. Yapay olaylar aşı gibidir. Düşük dozda olur ve siz bastırdığınızda sistem güçlenir.
Dış siyasette herkes Esad düşecek, öldürelim, öldürtelim, kazanalım diyebilir ama bir farklı düşünen kişi size B planı sunar; “Esad’a garanti verip onun sığınmasını sağlayalım, bizim topraklarımızda güven içinde yaşasın”. Bu barışçı ve sıradışı fikir sizin kurtuluşunuz olabilir ama bu fikir siz sizin gibi düşünmeyenleri aşağıladıkça olmaz. Herkes farklı düşünür ama ortam bu farklılığın ortaya konmasına müsait değilse diğerleri gibi davranır. Ayrıca devlet başkanı da olsanız bir hocayı ayağınıza çağırmak mı yoksa onun ayağına gitmek mi o hep savunduğunuz Kanuni’ye, Fatih’e yakışır? Farklı düşünceler bizim can simitimizdir, aynı şekilde düşünmesekte sahip çıkalım.
*28 Aralık 2012 memurin.net yazısıdır.