Nobel ödülü üzerine yapılan en son tartışmalar, Warwick Üniversitesinden Dr. Matthew Rablen'in “Nobel ödülü insanın ömrünü ortalama iki yıl uzatıyor” diyen araştırma sonucu etrafında yoğunlaşıyor.
Araştırma, 389 fizik ve kimya alanında Nobel'e aday gösterilip kazanamayan bilim insanlarıyla 135 Nobel kazanan bilim insanları arasında yapılıyor.
Araştırmanın sonucuna göre Nobel ödülü kazananların ortalama ömrü diğer kazanamayan bilim insanların ortalama ömründen iki yıl daha fazla.
Dr. Rablen bu sonucu “O platformda yürümek ömrü uzatır sözleriyle özetlemiştir[1].
Nobel ödülü ile birlikte bilim insanı alanında otorite sayılmakta yılların yorgunluğu ödülle birlikte unutulmaktadır. En çok önem verilen ödül olma nedeniyle alan için Nobel, alanının zirvesinde olmak demektir.
Üniversiteyi kazanıp mezun olduğunuzu düşünün. Ardından master ve doktora eğitimlerini alıp uzun yıllar insanlığın önünde çığır açacak çalışmalar yapmış olun. Girdiğiniz onlarca sınav, yazdığınız yazılar, konuşma ve sunumlar ve uykusuz geçen geceler...En son aday gösteriliyor ve yaptığınız çalışmaları dosyalayıp gönderiyorsunuz. Diğer adaylarla birlikte stresli bir bekleyiş içine giriyoruzsunuz. Kazanırsanız aldığınız ödül bir ömre değiyor. Peki ya kazanamazsanız?
Ömrünüz iki yıl uzamıyor, bir kırgınlık ve bitkinlik yaşıyorsunuz. Ödül kazanan bilim insanı gibi ülke ülke dolaşmıyor, heryerde ayakta karşılanmıyorsunuz. Aday olarak neyi başarmış olursanız olun kazanamamak sizi üzecektir.
Kendimizi Nobel kazanan ya da kaybeden bilim insanı yerine koyalım. Kazandıktan ya da kaybettikten sonra evdeki yarım kalan formülünüz üzerinde çalışmaya başlar mısınız? Gerçek bilim insanı iseniz, evet cevabı dudaklarınızdan dökülür. Gerçek bilim insanı için Nobel kazanıp kazanmamak öğrenme güdüsünde herhangi bir eksiltme ya da arttırma yapmaz.
Nobel, dinamti bulan kişinin adıdır[2]. Vicdanını rahatlatmak için her yıl insanlığa faydalı çalışmalar yapan bilim insanlarının ödüllendirilmesini vasiyet etmiştir. Dikkat ederseniz bilime en çok katkı sağlayan matematikçilere ödül verilmez. Çünkü Nobel'in sevdiği kız bir matematikçi ile kaçmıştır. Anlayacağınız bilimsel ödüllere de entrika karışmıştır.
Tüm bu gerçeklerden sonra gerçek bilim insanının hayatında Nobel'in bir etki yapmayacağına sizde inanmışsınızdır. Einstein 1921 yılında kazandığı Nobel parasını ayrıldığı eşine nafaka olarak ayırmıştır[3].
Nobel yarışına benzer bir yarışta ÖSS'de yaşanmaktadır. ÖSS sınavı için her yıl binlerce öğrenci sınav stresi yaşamaktadır. Bu stresin temel kaynağı yeterli çalışamama ve herşeyin üç saatlik sınav sürecine dayanmasıdır.
Bu durumu dünyanın en zeki insanı Nadia Camukova, “Ben ÖSS sınavına girsem belki kazanamam” diyerek özetlemiştir[4]. Buna neden olarakta sınav süresinin üç saat ile sınırlı olmasını belirtmiştir. Esas önemli olan sınav stresi ve bu durumun gençlerimizde bıraktığı derin psikolojik yaralardır.
ÖSS'ye hazırlanan bir öğrenci belkide Nobel ödülüne hazırlanan bilim insanından çok çalışmaktadır. Çünkü tek bir alana yoğunlaşan bilim insanına göre tüm alanlarda birikim oluşturmak daha zordur. Kazanınca Nobel ödülü de verilmemektedir. ÖSS'yi kazanmak bir başka okulda okumaya devam etmenin başlangıcıdır. ÖSS'yi kazananlara Nobel verilmese de dersane ismi yazan tişörtler giydirilmektedir. Bu şekilde fotoğrafları çekilmekte ve herkes tarafından tebrik edilmektedirler.
ÖSS'yi kazananları dikkatli incelediğimizde şişe camı gözlükleri olan, kamburu çıkmış gençler görmüyoruz. Nasıl kazandığını sorduğumuzda ise “bu yıl ilk defa sinemaya gitmeye zaman ayırabildim” cümlesini duyuyoruz. Bu ifade planlı ve verimli çalışmayı çağrıştırmaktadır.
Nobel ödülü kazanan gerçek bilim insanları ile ÖSS birincileri arasındaki ortak nokta “öğrenme merakı”dır. Birinci olanlar süreç boyunca sürekli merak etmiş ve çalışmayı bir zorundalık değilde coşkulu bir istek olarak görmüşlerdir. Silah zoruyla bile bir kavanoz balı en fazla bir ay yiyebilirken sevmediğiniz, ilgilenmediğiniz, merak etmediğiniz test yığınlarını nasıl tüketeceksiniz?
Birinci olan öğrenciler herhangi bir konu için gece saat 3'e kadar ayakta durubilir. Çünkü genetik çalışmak sadece ÖSS için değil burnunun neden büyük olduğunun da cevabıdır. Merak etmek öğrenme sürecini daha eğlenceli kılar.
Peki diğer öğrenciler merak etmez mi? Evet, merak eder ama ÖSS konuları dışında kalan internet, futbol gibi konuları merak eder. Saatlerce maç yorumu izlemek sıkıcı gelmez iken her hangi bir konu için pratik çözüm yolu geliştirme gayreti eziyet vericidir.
Bir etkinlik olarak tişörtlerine organ resimleri çizmiş ilköğretim öğrencilerinin yüz ifadelerine bir bakın, öğrenmenin verdiği mutluluğu göreceksiniz. Birçok öğrencinin birinci olsam diye başlayan hayalleri vardır ama birinciler hayal kurmayıp çalışanlar arasından çıkar.
Sohbet yazımızın başındaki tartışma konusuna geri dönelim. Acaba gerçekten de Nobel kazananların ömrü uzuyor mu? Yoksa stresin yıkıcı etkisi ömrü kısaltıyorda Nobel ödülü kazanan bilim insanları stresten uzak, insanlık için üreten sakin yapılı oluşlarından mı Nobel kazanıyor?
Eylül ve Ekim ayları hızlı bir ÖSS hazırlığının başladığı aylardır. Aralık ve Şubata doğru enerji kalmamaya başlar. Bir yılgınlık oluşur. Bu arada çözülmeyen testler, eksik konular yığılmaya başlar. Kurslar, dersaneler ödevler verir. Hepsi çözülmeyi beklerken öğrencinin karnına sancılar girmeye başlar. Yapılması gereken nedir?
Merdivenleri hızlı çıkan insanın nefes nefese kalıp yarı yolda dinlenmesi gibi bir yöntemi seçmek doğru değildir. Tüm hazırlık sürecinde “Benim eksikliklerim nedir? Acaba bu formül doğru mu? Neden bu konuyu bize anlatmışlar?” sorularıyla hareket edersek merak duygumuzu söndürmezsek, çalışma enerjimizi de tüketmemiş oluruz. “Bana en zor sorusunu getirin bu konunun!” diyerek çözülen üç soru, bildiğiniz konudan çözeceğiniz 1000 sorudan daha faydalıdır. Çünkü bildiğiniz konuda çözeceğiniz sorular hızınızı arttıracaktır. Hız sınırını aştığınızda ise hatalar artacaktır. Bir sorunun minimum çözülme süresinin altına indiğinizde soru basitte olsa hata yapabilirsiniz. O halde anlamak, öğrenmek daha önceliklidir.
Bu aşamada yapılan bir diğer hatada “benim temelim yok, konu çalışmam gerek” sözleridir. Çünkü bu düşünce çalışmayı hep erteler. “Bana bu konunun en zor sorusunu getirin!” dedikten sonra o soruyu çözmek müthiş bir motivasyon kaynağı olur. Soru çözerkende konulara dönüşler yapabilirsiniz. Çok sru çözmek sadece konu ile ilgili tecrübenizi arttırır. Belli bir sayının üzerinde çözülen soru ise enerji israfıdır. Doğru yöntem; öğrenmek için çalışmaktır. Böylece kalıcı öğrenme molekülleri sentezlersiniz ve hafızanızda bilgi uzun süre saklanır. Acaba bu soru tipi nasıl çözülür diye merak ettiğiniz soru kalmadı ise daha fazla çözmenin bir anlamı yoktur.
Bir öğrencim “Hocam hiç stresim yoktu, ta ki son gece tüm akrabalarım arayıp merak etmememi söyleyinceye kadar. Hepsi hayatın sonu olmadığını söyleyince bana hayatın sonu gibi geldi” demişti.
Stresin temel çıkış noktası kazanacağına olan inancını yitirip kendine güvenmediği an başlar. Kazanamayacağımızı hiç düşünmemeli, kazanmak için değil öğrenmek için çalışmalıyız. Böylece sabahladığınız gün kimsenin taktiri beklemez, yorgun olup genel tekrar yapıp yattığınızda ise eleştirilere üzülmezsiniz. Yatıp dinlenmek, daha kalıcı öğrenmenin ilk basamağıdır. Burada 8 saati aşan uykuların doğru olduğunu da savunmuyoruz. Ama uykuyu hesaplamayan çalışma programlarının başarılı olacağını da kimse iddia edemez.
Sonuç olarak Eflatun'un sözleriyle konuyu toparlamak istiyorum. “En zor şey kişinin kendini tanımasıdır”. Öğrenmek, lise son sınıfa ait bir süreç değildir, sınavı kazanınca da bitmez. O halde hayat boyu öğrenmeyi benimsemeli, kendi eksiklerimizi bilerek verimli çalışmaya çalışmalıyız. Çünkü sınav sürecinde kullandığımız bilgiler şuursuzca çalıştığımız zamanlardaki bilgiler değil, sakin kafayla merak ederek araştırıp ulaştığımız bilgilerdir.
- http://www.livescience.com/humanbiology/070118_nobel_longevity.html
- http://nobelprize.org/alfred_nobel/industrial/articles/lundstrom/index.html
- http://www.ntvmsnbc.com/news/379510.asp
- http://www.haber7.com/haber.php?haber_id=210204&comments=all