10 Şubat 2016 Çarşamba

Eğitim Politikası Yapanlar, Kumar Oynar Mı?


Hemen belirtmeliyim ki itici bir anlamı olan ‘kumar’ kelimesini ilk anlamıyla kullanmayı düşünmüyorum. Ian Stewart’ın (2009) kaos teorisini ve arkasındaki matematiği ele aldığı “Tanrı Kumar Oynar Mı?” kitabına vurgu yapan ve Fizik tarihinde Einstein’ın olasılıklar üzerine kurulu kuantum mekaniği için söylediği “Tanrı zar atmaz” kabulünü andıran bir anlamda ele almayı düşünüyorum. Yazının kapsamının dünyadaki tüm eğitim politikalarını belirleyenler olduğunu söyleyerek de yanlış anlaşılmaların önünü kesip rahatlıkla yazabilirim.
Güneş her gün doğudan doğuyor ve batıdan batıyor. Bu gözlem bizde yarın da aynı olayların olacağı düşüncesini oluşturuyor. Dünya dönmeye devam ettikçe ve Güneş var oldukça bu gözlem devam edecektir. Gerçekte durum bu kadar net midir? Soruyu şöyle sorayım; içinde kara deliklerin olduğu ve içinde 300.000 kadar yıldız bulunan yaklaşık 300.000 galaksi barındıran evrende güvende miyiz? Sanırım şimdi durum ilk anlattığım kadar net değil. Ne değişti peki? Bizim bilgimiz arttı ve algımız, kavrayışımız detaylandı.
Atom çekirdeğinin etrafında güzel güzel dolanan elektron hakkında bilgimiz arttıkça çizgi üzerinde gitmeyen bir elektron algısı oluşmaya başladı. Zamanla anladık ki elektron bir çizgi üzerinde değil, bir katman içinde dolaşmaktadır. Günümüzde bu küçük parçacığın bir katman/bulut içinde belirli bölgelerde bulunma ihtimalinden bahseder olduk. Ne demek bu? Siz %50 okulda %50 evde olabilir misiniz? Bu öneri/algı tıkır tıkır işleyen ve 100 yıl sonrasının kestirilebileceği evren algısına terstir. İnsan beyni anlamlı yapılar peşinde olduğu için anlamlandıramadığı, günlük yaşamında karşılığı olmayan durumları inkâr eğilimdedir.
Matematikçi Laplace (1749-1827) başta olmak üzere Newton gibi birçok tanınmış bilim insanı determinist bir görüşü benimsedi. Onlara göre geçmişi bilirsek, şimdiyi tanımlarsak geleceği bilebiliriz. Fizik sorularını bilirsiniz; birçok sınırlama, ihmal edilen değişkenler ve özel şartlar tanımlanır çünkü gerçekte durum farklıdır. Siz göldeki balıkları saysanız ve 10 yıl boyunca elde ettiğiniz verilerden grafik hazırlasanız büyük ihtimalle 12. Ve 14. Yıllarda ne kadar balık olacağını tahmin edersiniz. Resme daha büyük pencereden bakın, 50 yıl sonra aynı verilerle aynı güvenilirlikte yorum yapabilecek misiniz? O gölün kurumayacağı ya da bölgenin bir proje dâhilinde daha büyük bir göle dönüşmeyeceği konusunda emin misiniz? Bir büyük göktaşı ile yörüngeler karışır, bir kuş sürüsü ile göldeki balık nüfusu tükenir. Durum bu kadar kestirilemezdir gerçekte. Kâğıt üzerindeki ideal geometri ve doğrusal hesaplardan, gerçek dünyayı fraktal çerçeveden görmeye başlama sürecine doğru bilimde yeni bir dizin kayması oluşturmuştur. Bu sürecin mimarı kaos teorisidir.
Bilim dünyası olasılıklar üzerine düşünmeyi öğrenmiş iken eğitim dünyası halen determinist bir mantıkla hareket etmektedir.  Newton kolay hesaplanan iki kütleli kütle çekim denklemine üçüncü bir kütleyi dâhil edince problem çözülemez olmuştu. Keşke evren hep determinist/kestirilebilir kalsaydı! Keşke okullarda bir öğrenci ve bir öğretmen olsaydı; üçüncü, dördüncü kişiler sistemi kestirilemez kılmasaydı! Peki, binlerce gök cismi ya da binlerce öğrenciden oluşan sistemlerin kestirilebilir olmasını iddia etmek nasıl bir farkındalıktır?
Halâ yıllarca kullanılabilecek yapılar yapma gayretinde olan eğitimciler, bu eğitimcileri destekleyen eğitim politikaları yapıcılar (policymakers) var. Halâ eğitim sisteminde gelecek 50 yılımızın planını yapalım diyebilen determinist eğitimciler var. Bu eğitimciler “bizim zarla işimiz olmaz” diyorlar ama bir deprem oluyor, bir göç dalgası geliyor ve ülkede aynı anda yürütülmesi planlanan tüm faaliyetler aksamaya başlıyor. Statik, uzun vadeli devasa tasarımlar “var olan gerçeklikten”  uzak bir yaklaşımdır. Bu eğitimciler, eğitimle gerçekten kumar oynuyor.
Uzun süreli tasarımlar yerine uygar dünya ne geliştirdi? Yani gelişmiş ülkeler büyük kararlı yapılar oluşturmuyor mu? Benim gözlemlerime göre oralarda yapılan “sürdürülebilirlik” kavramını destekleme biçiminde karşımıza çıkıyor. Doğaya zarar vermeden yapılan az da olsa güzel etkinlik ve faaliyetleri zaman eksenine nasıl yayarız sorusunun cevabı, uzun süreli durağan yapı oluşturmaktan daha değerlidir. Dinamik, dönütlerle gelişen yapılar daha uzun süre kalabilmiştir.
Eğitim dünyasının bana göre sorunu vücuduna uygun olmayan kıyafetler giymiş kişinin durumuna benziyor. Mankenlerin üzerinde güzel duran kıyafetler bize o kadar uygun değil. Her yeni kıyafet giyilemeyen kıyafet sayısını arttırıyor ve aslında sürekli giydiğimiz kıyafetler; söküğünü diktiğimiz, temizliğine özen gösterdiğimiz kısacası bizimle birlikte var olmasına çaba gösterdiğimiz (sürdürülebilirlik) kıyafetler oluyor. Eğitim sistemi, formal biçiminde ne yapılırsa yapılsın, informal yapılarını doğanın işleyişine paralel olarak kaotik ve kuantumlu (paketçikli/süreksiz) yapılar kurmalıdır. Süreksiz olmakla sürdürülebilir olmayı karıştırmayalım ve kuantumlu olma durumunu başka bir yazıya bırakalım.
Bu ihtiyacı fark eden ‘Okulsuz Toplum’ kitabının yazarı Ivan Illich, öğrenmenin doğasının okul denen kurumla sınırlandığını, öğrenme işinin okullar aracılığıyla ritüelleştirildiğini söylemiştir. Şu an itibariyle okullara karşı söylem geliştirmek anlaşılmamızın ve fikirlerimizin hayata geçmesini engeller ama en azından “bireyin özgür düşünebilme ve öğrenme hakkı okullar aracılığıyla sınırlandırılıyor” diyebiliriz. Okulların mevcut birikimi aktarma hedefi, olası başka bakış açılarını ve çözümleri görmemizi engelliyor. O halde daha çok okul açmak yerine eğitimciler ev okulları, Montessori ve Waldorf okulları gibi alternatif okul denemeleri yapmışlardır (Aydın, 2012).
Yeni bilim paradigmasına göre okullar;
1.       Yaşayan gerçek sorunların üzerine odaklanmalı, merkezi müfredata değil.
2.       Katılımcıları odaklanılan sorunlara göre sürekli değişebilmelidir, yıllarca aynı okulda okunmaz.
3.       Öğrenme biçimi teorik olmanın ötesinde uygulama içermeli ve sorunu çözmeyi hedeflemelidir.
4.       Okulda ele alınan sorun ve çözüm zaman ve mekan bağımsız (online sınıflar) ile devam ettirilmelidir.
5.       Ölçmenim amacı öğrenme ve gelişim olmalıdır, sınıflama ve etiketleme değil.
İnsanlığın çok uzun bir zamanı yok. Doğal kaynaklar tükenmek üzere ve cahillik nedeniyle birbirimiz bitirmek üzereyiz. Bu durumda 1900 lü yıllara bile ulaşamayan bilim hikâyeleri ile bilim öğretmek yerine öğrenme isteğini arttıracak yerel ve gerçek sorunlarla bilim üretirken öğretmeliyiz. Her bir öğrenmişlik kestirilemez bir eğitim ortamı oluşturacak ve bu kaotik öğrenme ortamı yıllardır çözüm bekleyen insanlık problemlerine daha kolay adapte olmuş ve daha yaratıcı çözüm üreten bir kuşak(lar) ortaya koyacaktır.
Beş gün sonrasının hava durumunu kestiremeyen ve kestirilemezliğini açıklayan mevcut bilim bizim sınırlı beceriye sahip beynimizin ürünüdür. Bireyin sahip olduğu tekil beyine alternatif olarak sosyal medya üzerinden etkileşen ve süper beyni oluşturan topluluklar bahsettiğimiz öğrenme ortamını “bağımlısı olurcasına” kullanmaya başladı bile. Yemek yapmayı sevenler sürekli tarif alıp verirken akademik konulara ilgi duyanlar güncel çalışmaları hep süper beynin aktivize olduğu bölgelerinden öğreniyor. Bahsedilen kaotik eğitim anlayışı, boş verilmiş, üzerine kumar oynanan bir anlayış kesinlikle değildir. Eğer öğrenme işi kurumsallaşacaksa çağımızın süper beyni üzerine “büyük veri bilimi” çalışmalarını görmeliyiz. Her bir tıklama dijital bir atık oluşturuyor ve insan beyni, çevresi artık daha derin bilgilerle tekrar araştırılıyor. Bu ortamda öğretmenlik, akademisyenlik sabit, durağan yani emekli olunan bir kavram olmaktan dinamik, akışkan yani dönüşebilen, gelişebilen bir role evrilmektedir.
Yazımı bir hayalimle bitirmek istiyorum. Büyük AVM lerde dolaşırken 100 yıl sonra harabeye dönmüş olarak hayal edip, o ışıltılı dükkânlar nasıl turşu kurulacağının tartışıldığı öğreşme odalarına (sınıf) dönüşecek diye düşünürüm. Öğrenme ortamlarımız öğrenme biçimine ve doğanın işleyişine uygun değil. Öğrenme ve öğretme (öğreşme) işi bir rol ya da hayatın bir döneminde yapılıp bitecek bir iş değil. Bu değiller ne olduğunu belki açıklamıyor ama bir fikir veriyor. Unutmayalım, hapishaneler dört duvar değildir, ona yüklediğimiz anlamdır. Tüm insanlık hapishanede yaşamaya başlasa ve sizi dışarı çıkarsalar, içeri almasalar, Dünya da tek başınıza kalsanız, sizin hapishaneniz duvarın dışı oluverir. 
Kaynakça
Aydın, İ., (2012). Alternatif Okullar. Ankara: Pegem Akademi.
Illich, I., (2014). Okulsuz Toplum. İstanbul: Şule Yayıncılık.
Stewart, I., (2009). Does god play dice: The new mathematics of chaos. MA: Blackwell Publishing.