Hemen belirtmeliyim ki itici bir
anlamı olan ‘kumar’ kelimesini ilk anlamıyla kullanmayı düşünmüyorum. Ian
Stewart’ın (2009) kaos teorisini ve arkasındaki matematiği ele aldığı “Tanrı
Kumar Oynar Mı?” kitabına vurgu yapan ve Fizik tarihinde Einstein’ın
olasılıklar üzerine kurulu kuantum mekaniği için söylediği “Tanrı zar atmaz”
kabulünü andıran bir anlamda ele almayı düşünüyorum. Yazının kapsamının
dünyadaki tüm eğitim politikalarını belirleyenler olduğunu söyleyerek de yanlış
anlaşılmaların önünü kesip rahatlıkla yazabilirim.
Güneş her gün doğudan doğuyor ve
batıdan batıyor. Bu gözlem bizde yarın da aynı olayların olacağı düşüncesini
oluşturuyor. Dünya dönmeye devam ettikçe ve Güneş var oldukça bu gözlem devam
edecektir. Gerçekte durum bu kadar net midir? Soruyu şöyle sorayım; içinde kara
deliklerin olduğu ve içinde 300.000 kadar yıldız bulunan yaklaşık 300.000
galaksi barındıran evrende güvende miyiz? Sanırım şimdi durum ilk anlattığım
kadar net değil. Ne değişti peki? Bizim bilgimiz arttı ve algımız, kavrayışımız
detaylandı.
Atom çekirdeğinin etrafında güzel
güzel dolanan elektron hakkında bilgimiz arttıkça çizgi üzerinde gitmeyen bir
elektron algısı oluşmaya başladı. Zamanla anladık ki elektron bir çizgi
üzerinde değil, bir katman içinde dolaşmaktadır. Günümüzde bu küçük parçacığın
bir katman/bulut içinde belirli bölgelerde bulunma ihtimalinden bahseder olduk.
Ne demek bu? Siz %50 okulda %50 evde olabilir misiniz? Bu öneri/algı tıkır
tıkır işleyen ve 100 yıl sonrasının kestirilebileceği evren algısına terstir.
İnsan beyni anlamlı yapılar peşinde olduğu için anlamlandıramadığı, günlük
yaşamında karşılığı olmayan durumları inkâr eğilimdedir.
Matematikçi Laplace (1749-1827)
başta olmak üzere Newton gibi birçok tanınmış bilim insanı determinist bir
görüşü benimsedi. Onlara göre geçmişi bilirsek, şimdiyi tanımlarsak geleceği
bilebiliriz. Fizik sorularını bilirsiniz; birçok sınırlama, ihmal edilen
değişkenler ve özel şartlar tanımlanır çünkü gerçekte durum farklıdır. Siz
göldeki balıkları saysanız ve 10 yıl boyunca elde ettiğiniz verilerden grafik
hazırlasanız büyük ihtimalle 12. Ve 14. Yıllarda ne kadar balık olacağını
tahmin edersiniz. Resme daha büyük pencereden bakın, 50 yıl sonra aynı
verilerle aynı güvenilirlikte yorum yapabilecek misiniz? O gölün kurumayacağı
ya da bölgenin bir proje dâhilinde daha büyük bir göle dönüşmeyeceği konusunda
emin misiniz? Bir büyük göktaşı ile yörüngeler karışır, bir kuş sürüsü ile
göldeki balık nüfusu tükenir. Durum bu kadar kestirilemezdir gerçekte. Kâğıt
üzerindeki ideal geometri ve doğrusal hesaplardan, gerçek dünyayı fraktal
çerçeveden görmeye başlama sürecine doğru bilimde yeni bir dizin kayması oluşturmuştur.
Bu sürecin mimarı kaos teorisidir.
Bilim dünyası olasılıklar üzerine
düşünmeyi öğrenmiş iken eğitim dünyası halen determinist bir mantıkla hareket
etmektedir. Newton kolay hesaplanan iki
kütleli kütle çekim denklemine üçüncü bir kütleyi dâhil edince problem
çözülemez olmuştu. Keşke evren hep determinist/kestirilebilir kalsaydı! Keşke
okullarda bir öğrenci ve bir öğretmen olsaydı; üçüncü, dördüncü kişiler sistemi
kestirilemez kılmasaydı! Peki, binlerce gök cismi ya da binlerce öğrenciden
oluşan sistemlerin kestirilebilir olmasını iddia etmek nasıl bir
farkındalıktır?
Halâ yıllarca kullanılabilecek
yapılar yapma gayretinde olan eğitimciler, bu eğitimcileri destekleyen eğitim
politikaları yapıcılar (policymakers) var. Halâ eğitim sisteminde gelecek 50
yılımızın planını yapalım diyebilen determinist eğitimciler var. Bu eğitimciler
“bizim zarla işimiz olmaz” diyorlar ama bir deprem oluyor, bir göç dalgası
geliyor ve ülkede aynı anda yürütülmesi planlanan tüm faaliyetler aksamaya
başlıyor. Statik, uzun vadeli devasa tasarımlar “var olan gerçeklikten” uzak bir yaklaşımdır. Bu eğitimciler, eğitimle
gerçekten kumar oynuyor.
Uzun süreli tasarımlar yerine
uygar dünya ne geliştirdi? Yani gelişmiş ülkeler büyük kararlı yapılar
oluşturmuyor mu? Benim gözlemlerime göre oralarda yapılan “sürdürülebilirlik”
kavramını destekleme biçiminde karşımıza çıkıyor. Doğaya zarar vermeden yapılan
az da olsa güzel etkinlik ve faaliyetleri zaman eksenine nasıl yayarız
sorusunun cevabı, uzun süreli durağan yapı oluşturmaktan daha değerlidir.
Dinamik, dönütlerle gelişen yapılar daha uzun süre kalabilmiştir.
Eğitim dünyasının bana göre
sorunu vücuduna uygun olmayan kıyafetler giymiş kişinin durumuna benziyor.
Mankenlerin üzerinde güzel duran kıyafetler bize o kadar uygun değil. Her yeni
kıyafet giyilemeyen kıyafet sayısını arttırıyor ve aslında sürekli giydiğimiz
kıyafetler; söküğünü diktiğimiz, temizliğine özen gösterdiğimiz kısacası
bizimle birlikte var olmasına çaba gösterdiğimiz (sürdürülebilirlik) kıyafetler
oluyor. Eğitim sistemi, formal biçiminde ne yapılırsa yapılsın, informal
yapılarını doğanın işleyişine paralel olarak kaotik ve kuantumlu
(paketçikli/süreksiz) yapılar kurmalıdır. Süreksiz olmakla sürdürülebilir
olmayı karıştırmayalım ve kuantumlu olma durumunu başka bir yazıya bırakalım.
Bu ihtiyacı fark eden ‘Okulsuz
Toplum’ kitabının yazarı Ivan Illich, öğrenmenin doğasının okul denen kurumla
sınırlandığını, öğrenme işinin okullar aracılığıyla ritüelleştirildiğini
söylemiştir. Şu an itibariyle okullara karşı söylem geliştirmek anlaşılmamızın
ve fikirlerimizin hayata geçmesini engeller ama en azından “bireyin özgür
düşünebilme ve öğrenme hakkı okullar aracılığıyla sınırlandırılıyor”
diyebiliriz. Okulların mevcut birikimi aktarma hedefi, olası başka bakış
açılarını ve çözümleri görmemizi engelliyor. O halde daha çok okul açmak yerine
eğitimciler ev okulları, Montessori ve Waldorf okulları gibi alternatif okul
denemeleri yapmışlardır (Aydın, 2012).
Yeni bilim paradigmasına göre
okullar;
1. Yaşayan
gerçek sorunların üzerine odaklanmalı, merkezi müfredata değil.
2. Katılımcıları
odaklanılan sorunlara göre sürekli değişebilmelidir, yıllarca aynı okulda
okunmaz.
3. Öğrenme
biçimi teorik olmanın ötesinde uygulama içermeli ve sorunu çözmeyi
hedeflemelidir.
4. Okulda
ele alınan sorun ve çözüm zaman ve mekan bağımsız (online sınıflar) ile devam
ettirilmelidir.
5. Ölçmenim
amacı öğrenme ve gelişim olmalıdır, sınıflama ve etiketleme değil.
İnsanlığın çok uzun bir zamanı
yok. Doğal kaynaklar tükenmek üzere ve cahillik nedeniyle birbirimiz bitirmek
üzereyiz. Bu durumda 1900 lü yıllara bile ulaşamayan bilim hikâyeleri ile bilim
öğretmek yerine öğrenme isteğini arttıracak yerel ve gerçek sorunlarla bilim
üretirken öğretmeliyiz. Her bir öğrenmişlik kestirilemez bir eğitim ortamı
oluşturacak ve bu kaotik öğrenme ortamı yıllardır çözüm bekleyen insanlık
problemlerine daha kolay adapte olmuş ve daha yaratıcı çözüm üreten bir
kuşak(lar) ortaya koyacaktır.
Beş gün sonrasının hava durumunu
kestiremeyen ve kestirilemezliğini açıklayan mevcut bilim bizim sınırlı beceriye
sahip beynimizin ürünüdür. Bireyin sahip olduğu tekil beyine alternatif olarak
sosyal medya üzerinden etkileşen ve süper beyni oluşturan topluluklar
bahsettiğimiz öğrenme ortamını “bağımlısı olurcasına” kullanmaya başladı bile.
Yemek yapmayı sevenler sürekli tarif alıp verirken akademik konulara ilgi
duyanlar güncel çalışmaları hep süper beynin aktivize olduğu bölgelerinden
öğreniyor. Bahsedilen kaotik eğitim anlayışı, boş verilmiş, üzerine kumar
oynanan bir anlayış kesinlikle değildir. Eğer öğrenme işi kurumsallaşacaksa
çağımızın süper beyni üzerine “büyük veri bilimi” çalışmalarını görmeliyiz. Her
bir tıklama dijital bir atık oluşturuyor ve insan beyni, çevresi artık daha
derin bilgilerle tekrar araştırılıyor. Bu ortamda öğretmenlik, akademisyenlik sabit,
durağan yani emekli olunan bir kavram olmaktan dinamik, akışkan yani
dönüşebilen, gelişebilen bir role evrilmektedir.
Yazımı bir hayalimle bitirmek
istiyorum. Büyük AVM lerde dolaşırken 100 yıl sonra harabeye dönmüş olarak
hayal edip, o ışıltılı dükkânlar nasıl turşu kurulacağının tartışıldığı öğreşme
odalarına (sınıf) dönüşecek diye düşünürüm. Öğrenme ortamlarımız öğrenme
biçimine ve doğanın işleyişine uygun değil. Öğrenme ve öğretme (öğreşme) işi
bir rol ya da hayatın bir döneminde yapılıp bitecek bir iş değil. Bu değiller
ne olduğunu belki açıklamıyor ama bir fikir veriyor. Unutmayalım, hapishaneler
dört duvar değildir, ona yüklediğimiz anlamdır. Tüm insanlık hapishanede
yaşamaya başlasa ve sizi dışarı çıkarsalar, içeri almasalar, Dünya da tek başınıza
kalsanız, sizin hapishaneniz duvarın dışı oluverir.
Kaynakça
Aydın, İ., (2012). Alternatif Okullar. Ankara: Pegem
Akademi.
Illich, I., (2014). Okulsuz Toplum. İstanbul: Şule
Yayıncılık.
Stewart, I., (2009). Does god play dice: The new mathematics of chaos.
MA: Blackwell Publishing.