İlk büyük yangındı gördüğüm. Barınağımız cayır cayır
yanıyordu. Söndürmeye gücümüz yetmiyordu. Hele rüzgâr alevi büyütünce
söndürmeye olan inancımızda kalmıyordu. Tüm umudumuzu, hayallerimizi rüzgârın
körüklediği alev alıp götürüyordu. Biz bu yok oluşu seyrediyor ve bizi
savunmasız bırakan rüzgâra kin biriktiriyorduk.
Ertesi gün ilk işim rüzgârı terbiye etmeye başlamak oldu.
Nasıl yapacağımı bilemiyordum ama bir yerden başlamalıydım. Nefret yüklü
olduğum bir varlığa ilk tepkim onu terbiye etmek düşüncesi oldu. Bağırdım ilk
olarak;
-Kahrolası rüzgâr! Dinle beni!
Duymadığını hissettiğimde sesimin tonu yükseliyordu.
Bildiğim tüm hakaretleri edip ne yapması gerektiğini söylüyordum. Arkamdan
esince arkama dönüyor ve bağırmaya devam ediyordum. Beni dinlemeli, istediğim
gibi bir rüzgâr olmalıydı.
Nasihat ve hakaret kısmı bitmişti. Şimdi sıra uygulamaya
gelmişti. Hafif bir esinti hissettim mi hemen durması yönünde talimatlar
veriyordum. Bazen beni dinliyor bazen de esmeye devam ediyordu. Beni dinlemediğinde
tekrar sesimi yükseltip şöyle sesleniyordum:
-Duymuyor musun? Ne anlamaz
şeysin sen!
Artık gücüm tükenmiş ve sesim kısılmıştı. Elimi kolumu emir
vermek için sallamaktan yorulmuştum ve beni dinlemeyen bir rüzgâr terbiyecisi
olarak moral bozukluğu ve yenilgi ile doluydum. Başımı önüme eğip çimleri
seyretmeye başladım. Bağdaş kurmuş ve derin derin nefesler alıyordum. Nefesimin
de rüzgâr oluşturduğunu fark edip başımı hafifçe kaldırdım. Gelişi güzel
hareket eden kuru yaprağı seyre koyuldum. Bana ne de güzel bir gösteri
hazırlamıştı. Bir sağa bir sola dönerek uçuyordu kuru yaprak. Ne güzel de eğleniyordu.
Bana, “keşke şu kuru yaprak gibi olsaydım” dedirtircesine güzelce uçuşuna devam
ediyordu.
Bir kuru yaprak olarak kalktım ayağa. Saçlarımın arasından rüzgâr
eserek, okşayarak geçiyordu, hissediyordum. Kendimi kuru bir yaprak olarak rüzgârın eline
bıraktım. Kapattım gözümü dönmeye, rüzgârın itelediği yöne koşmaya başladım.
Gözümü açtım uçurtmaları gördüm. Kapayıp koşmaya devam ettim. Açtığımda
uçakları gördüm. Kapatıp koşmaya devam ettim. Açtığımda kanadını özgürce açmış
tavus kuşunu, kuş sürülerini gördüm. Artık terbiye
etmeye çalıştığım rüzgâr gitmiş birlikte eğlenmeye çalıştığım uçurtmamı uçuran,
uçakları hareket ettiren rüzgâr vardı benim için. Bu gözümü son açışımdı.
Şimdi öğretmenim… Onlarca rüzgârım var benim. Onlar bana,
ben de onlara yön veriyorum, onların gücüyle uçuyorum. Onlara şekil vermiyorum; onlarla öğreniyor, onlarla neşeleniyorum. Bazen evimi
yakarcasına üzüyorlar, bazen sesimi kısarcasına sinirlendiriyorlar ama ben rüzgâr
terbiyecisiyim; söndürmeden yönlendirmesini bilirim.